30 Ekim 2010 Cumartesi

87. yıl !

Annemin dedesi birinci dönem milletvekili Hakkı Ungan.

Bu sebeple canım ananem , bizzat görmüş bir kişi olarak, Atatürk'ü ve o döneme ait anıları çok anlatırdı, biz torunlarına. Biz de dinlemekten büyük bir keyif alır, bir daha, bir daha anlattırırdık... O dönemde yaşamış canlı tanıklar vardı ailemizde. Ne kadar şanslıymışız!


Bu fotoğrafta büyük dedemi ( kürsüde, sağda bulunmakta) gördükçe, çok gururlanıyorum...

Ne mutlu bana ki eksiksiz Atatürk sevgisinin olduğu bir evde büyüdüm.

Atam'ın bize bıraktığı mirası ne pahasına olursa olsun koruyacağım...

Cumhuriyetimizin 87. yılı kutlu olsun...

28 Ekim 2010 Perşembe

Evet! evet! evet!

Tam 2 sene önce, bugünkü gibi yağışın olmadığı, çok güzel bir günde "evet" dedik :)


O zamandan bu zamana nasıl günler geçti farkına bile varamadık... Seneler sonra da, hayata aynı şekilde bakıp, zamanın nasıl geçtiğini fark edememek dileğiyle.... 

Seni çok seviyorum Conican :)


PS: Kurabiyeler bizzat tarafımdan yapılmıştır :)

12 Ekim 2010 Salı

Vol Au Vent- "rüzgarda uçan"

Tatlı faslını oldum olası sevmişimdir... Hiçbir çeşidine hayır demem. Ama bunların içinde bazılarının önceliği var. Mesela tavukgöğsü, mesela cheesecake, mesela milföy!

Acaba evde milföy yapsam nasıl olur diye düşünürken, buzlukta tam milföy olmasa da hazır volovan hamurunun olduğunu fark ettim...

Volovan genel olarak tuzlu yapılıyor.Tavuklu, sebzeli, mantarlı, peynirli bir çok çeşit üretilebilir. Partiler için uygun bir seçenek! Tavsiye ederim

Ben bu kez muzurluk yapıp, tatlı olarak deneme yaptım :)

Buzluktan çıkardığım, oda sıcaklığına getirdiğim hamurlara minik çatal darbeleri vurdum :) ve yumurta sarısını üstlerine sürdüm...


Şipşak, pastacı kremasını pişirdim...
Fırından çıkardığım volovanları soğumaları için tezgaha aldım...


Orta kabuklarını çıkarıp, içlerini kremayla doldurdum...


Kapaklarını tekrar kapatıp, pudra şekeri ile finali yaptım...


Bakalım! Kocaconi, annem ve kardeşimden kurulu heyetten iyi bir not alabilecekler mi?


7 Ekim 2010 Perşembe

Bu geçiş dönemlerini, hatta kışı pek sevemiyorum!!

Havalar soğumaya başladı. 10 dakikalık mesafeye trafik sayesinde 1,5 saatte ancak ulaşabiliyoruz, kaloriferler henüz aktif değil, evlerin içi buz gibi, gökyüzü kasvetli, hep bulutlu, ağaçlar yapraklarından ayrılıyorlar...  İçimden birşey yapmak gelmiyor!

Keşke, hep yaz olsa, gökyüzü mavisi ışıl ışıl olsa...



Keşke kelebekler, kuşlar her yerde uçuşsalar...
Keşke kumda yürürken ayaklarımın altı yansa...

Ve keşke erguvanlar açsa...


O kadar çok keşke sayabilirim ki... Bitiremem.

Kış çocuğum ama bir türlü sevemiyorum bu zamanları :)

5 Ekim 2010 Salı

Gezi-yorum Edirne'de! *devam*

Gezi-yorum ekibinin Edirne macerasına kaldığım yerden anlatmaya devam ediyorum :) 

Manav tezgahı gibi görünen bu tezgah aslında sabun tezgahı. Tarihi Edirne sabunları, diğer adıyla da Misk sabunları.. 
Kivi, mandalina, elma, armut, üzüm, şeftali, muz, çilek, kayısı, portakal, karpuz gibi aklınıza gelecek her çeşidi bulmak mümkün. O kadar çok sabun dükkanı var ki...


Tüm şehiri birbirinden muhteşem eski evler süslüyor. Kim bilir kimler, nasıl hayatlar yaşadı bu güzel evlerde?
 Keşke restore edilmiş olabilselerdi... Neden Edirne de Eskişehir gibi daha güzel bir şehir olmasın?





400 yıl boyunca akıl hastalarının tedavi edildiği Darüşşifada'yı daha önce, restorasyon çalışması yapıldığı için ziyaret edememiştik. Bu kez şanslıydık! :) 2004 yılında Avrupa'nın en iyi müzesi ödülünü almış. Ziyadesiyle haketmiş...


Burada hastalar, musiki, su sesi ve güzel kokularla tedavi edilirmiş... Hangi musikiler neye iyi geliyor peki? 

İşte cevabı:


Sınıra kadar gitmişken "komşi"ye bakmamak olur mu hiç? :) 
Sınır kapılarından en çok sevdiğim, Pazarkule. 
İpsala'dan sonra Yunanistan'a geçilebilecek tenha, küçük sınır kapısı! İnsanın bir koşu karşıya geçip gelesi geliyor :)


Yolculuğumuzun son durağı ise muhteşem Meriç Nehri...

Kıyı boyunca yer alan mekanlarda insanlar tam anlamıyla nehir kenarında yer kapmak için büyük bir savaş veriyor :) Ama değer doğrusu...


Gezi-yorum Edirne'de!

Geçen haftasonu, Edirne'ye ikinci kez gittim...

Annem-babam, Bahar-Derin, Kocacan ve Ben "gezi-yorum altılısı" olarak gittik bu sefer de...

Annemim babası, yani canım dedem Edirne'liydi. Hayattayken beraber gitmemizi çok arzu ederdi. Ama olamadı. İşte bu yüzden çok büyük bir şevkle, dedem için birkez daha gittim Edirne'ye...

Çok eğlendiğimizi söylemeden geçemeyeceğim. Gurme ve tarih turuydu, yaptığımız :))

İlk istikamet "Eski Camii" oldu. 15. yüzyılda yapılmış olan bu camii Edirne'de Osmanlılar'dan günümüze ulaşmış en eski anıt özelliğine sahipmiş.




Şehir merkezi çok büyük olmadığı için her yere rahatlıkla yürünebiliyor... İkinci istikamet "Üç şerefeli camii". İsmini minarelerinden en uzunu olan 3 şerefeli minareden almış. Minarelerin üçü de farklı yapılmış. Ama ben en çok burgulu olanını beğendim :)



İşte! Ben hariç minik tur grubumuz :)


Tarih turuyla gurme turunu aynı anda yaptığımızı söylemiştim :)
Oralara gitmişken Edirne'nin meşhuuuur ciğeri yemeden dönmek olur mu? Olmaaaz...



Peki Ezine peyniri almadan dönmek olur mu? O da olmaz tabi... En büyüğünden bir kalıp alındı, afiyetle tüketilmekte...


Şehrin her yerinde böyle "beyefendiler"e rastlamak mümkün. Böyle şık şapka takan, giyimine özen gösteren kişi sayısı o kadar az ki... Eski değerlerin biraz da olsun devam ettiğini görünce bir mutlu oluyorum...


Gurme turumuzdan sonra da Mimar Sinan'ın ustalık eseri olan Selimiye Camii'ne doğru yol aldık.
Şehre girerken "2 minareli", biraz ilerleyince "3 minareli", iyice yaklaşınca "4 minareli" muhteşem camii.

Daha detaylı bilgi için buraya bir tık.


Resimdeki tek eksik nedir? :)))



Yarın da Meriç kıyısından, sınır kapısından, muhteşem eski evlerden bahsedeceğim...

Bir sonraki gezeceğimiz bölge, eğer bir değişiklik olmazsa, İznik olacak...

Bakalım gezi-yorum ekibi olarak nerelerde bulacağız kendimizi? :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...